web analytics

Turizmin Sosyal Etkileri

Turizmin Sosyal Etkileri

Turizmden bahsederken hep rakamlarla değerlendirme yapmayı alışkanlık haline getirdik.

Evet! Turizmin Ekonomiye ve İstihdama katkıları çok önemli. Hele, bizim gibi gelişmekte olan ülkeler için kesinlikle ihmal edilemeyecek bir güç.

Ancak, Turizmin ülkelerin ve toplumların sosyal temelli gelişme ve ilişkilerine de çok önemli katkılar yaptığını unutmamalı ve Turizmi sosyal etkileri bakımından da konuşup, tartışıp, inceleyebilmeliyiz.

Turizm, değişik ülke ve kültürden insanları bir araya getirerek birbirleri ile yakın temas kurmalarını, bilgi ve kültür alış verişi yapabilmelerini, birbirlerini daha iyi tanıyıp anlayabilmelerini de sağlar. Bunun sonucu olarak; insanlar, toplumlar ve ülkeler arasındaki yakınlaşma ve dostluklar artmaya başlar. Böylece, Turizmin ülkeler arası dostluğa ve barışa, yani Dünya barışına hizmet edebilen özelliği daha iyi anlaşılabilir.

Dönüp Turizmdeki yaşanmışlıklara bakarsak, eminim özellikle 70’li yıllardan beri Turizmin içinde olanlar, özellikle Turizmin gelişmekte olduğu bölgelerimizde, toplum üzerindeki olumlu ve olumsuz etkilerini izlemiş ve yaşamışlardır. Bu etkilerin bir bölümü, zaman içinde sağladıkları gelişme ve değişim odak noktasına ulaştığında, alışkanlık haline gelip izlenebilirliğini kaybetse de, etkisini kaybetmemektedir.

Bu konuda, birçok Turizmci kardeşimizin deneyimleri olduğunu, benim izlenimlerimden farklı ve önemli başka izlenimler de edinmiş olabileceklerini biliyor ve katkılarını bekliyorum. Ben 1983 baharında, o zamana kadar İşletme Müdürlüğünü yaptığım ve soğuğundan kaçma ihtiyacı duyduğum TURBAN Abant Oteli Yöneticiliğinden ayrılıp, Alanya İncekum Mevkiindeki o zamanki adıyla “İncekum Motele” (sonra Club İncekum) gelmiştim. İşte Türkiye’de Turizmin gerçek anlamda gelişme süreci de bu yıllarda başladı.

ALANYA ÖZELİNDE TURİZMİN SOSYAL ETKİLERİ;

80’li yıllarda Antalya bölgesindeki turistik tesis ve yatak sayısı bakımından Alanya önde gelmekteydi. Zaten, 80’li yılların başında, Alanya’dan Kaş’a kadar olan bölgede bilinen toplam belgeli yatak kapasitesi 6500 civarında idi ve bunun üçte ikisine yakını Alanya’da idi.

PROFESYONEL VE TEKNOLOJİK GELİŞİM;

80’li yıllarda Turizm ve Konaklama sektöründe eğitimli, donanımlı yani Profesyonel Yönetici ve personel çok azdı, Alanya’da ise yok denecek kadar azdı. Bir dönem toplumda “Otelciye kız verilmez” deyişinin yerleştiğini hatırlarsak, bugün düşünce ve bakış açısı anlamında kat edilen mesafenin önemini daha iyi kavrayabiliriz.

İstihdam çanağımızdaki personel bazen Denizli’ye kadar uzansa da, personelin %85-90’ınını çevre köylerden sağlıyor ve onları imkânlar çerçevesinde eğitiyorduk. Ancak bunu yapabilen tesis sayısı bir elin parmaklarını geçmiyordu. Öyle ki, o zaman bölgenin tek 4 yıldızlı tesisi olan Alantur’da katıldığım bir kokteylde barmenden viski istediğimde önüme şeffaf bir mayi koymuş ve bunu hangi şişeden koyduğunu sorduğumda bana ithal bir cin şişesini göstermişti. O zamanki anlayışla bölge insanlarının büyük bir bölümü için yabancı içkilerin hepsi “viski” idi.

O dönemde müşteri kitlemiz Avrupalı (ağırlıklı olarak Alman ve Avusturyalı) ve yerli misafirlerden oluşuyordu. 1984 yılı itibariyle Alanya bölgesine yurt dışından önemli bir talep artışı oluştu ve bu 1985 yılında bir patlama ile sonuçlandı. O yıl, sezonda bütün yataklar, pansiyonlar dâhil, doldu ve özellikle yüksek talep gören Alantur ve İncekum gibi tesislerde “short” lar ve “stop sale” ler ortaya çıktı. Basın birçok turistin sokakta kaldığını yazarak bunu “çifte rezervasyon” olarak adlandırdı. Bu dönem, Alanya’nın o güne kadar hiç deneyimlemediği ve bazı süreçlerini iyi yönetemediği bir sezon oldu. Ancak bu talep patlaması, daha önce altyapısı tamamlanan ve uzun süredir yatırımcı sıkıntısı çeken Güney Antalya Projesine özel sektörün ilgisini çekti, bu arada açıklanan çok cazip teşviklerle beraber bir anda Kemer bölgesinde bütün tahsisler kapışıldı ve bir yatırım seferberliği başladı.

Bu yatırımlar, bir anda başta İstanbul olmak üzere bazı büyük şehirlerimizdeki yetişmiş, profesyonel yönetici ve personelin de ilgisini çekmeye ve yeni açılan tesislere bu şehirlerden profesyonel kadrolar transfer edilmeye başlandı. Zamanla, artan Turizm ve Otelcilik okulları ve sonrasında açılan Yüksek Okullar yetişmiş eleman üretimine başlasalar da, ilk yıllarda eğitmen yetersizlikleri ve alaylı personelle okulluların uyumsuzlukları, bu mezunların ancak % 5 inin sektörde tutunabilmesi ile sonuçlandı.

Bu arada, bölge teknolojik ve lojistik anlamda da çok geride idi. Oteller birçok ihtiyacını ancak İstanbul’dan veya Bursa’dan temin edebiliyordu. Operasyonlar “manuel” metotlarla yürütülüyor, bu da zaman ve personel yönetiminde sıkıntılara ve istihdam fazlalığına neden oluyordu. Otellerin telefon santralleri dahi başlangıçta fişli ve manyetolu idi.

Ben o dönemlerde, her yıl Hamburg’da yapılan “Internoga” Otel Ekipmanları Fuarına katılıp yenilikleri takip etmeye ve önemli ihtiyaçlarımızı bavulumda getirdiğim malzemelerle gidermeye çalışıyordum. 1986 başında bu fuardan ön büroda kullanmak üzere bir elektronik makine satın alıp, bir hafta süre ile kullanımı ve programlanması ile ilgili eğitim aldıktan sonra, makinayı bir çanta içerisinde getirişimi dün gibi hatırlıyorum. Sonra, kullanılışını ve hatasız gün sonu raporlarının alınmasını ön bürodaki arkadaşlarımıza öğretene kadar neler çektiğimi bir ben bir de, daha sonra maalesef kaybettiğim, Avusturyalı eşim bilir.

O zamanlar çalıştığımız Pamfilya Turizmin sahibi rahmetli Kardeşim Yaşar Sobutay, bizden önceki dönemlerden de tanıdığı, mülk sahibinin sağ kolu olan ancak ilkokul mezunu Mutlu isimli bir arkadaşımızı makine başında folyo işlerken görünce, gelip beni tebrik etmiş ve “gözümle görmesem Mutlu’nun bir makine başında işlem yapabileceğine beni kimse inandıramazdı” demişti.

O dönemde tur operatörleri bazı temsilciler ve rehberler gönderseler de, tur operatörü adına anlaşmaları genellikle temsilcilik verdikleri yerli seyahat acenteleri yapardı. Bölgeye ilk geldiğim sene, otel ve acenteler arasında bir sözleşme imzalama alışkanlığı olmadığını hayretle fark ettim. Yükseköğrenimini İngiltere’de ve otelcilik üzerine yapmış; Hilton, Tusan ve özellikle Turban ekollerinden gelen bir yönetici olarak, oldukça detaylı bir sözleşme hazırlamıştım. Bu sözleşmeyi, otele ilk müracaatta bulunan, Ulusoy Seyahat Acentesi yetkilileri Erdal Danyal ve Kenan Mağripli dostlarımızın önüne koyunca aşağıdaki reaksiyonları almıştım;

ED: Bu nedir

SÇ: Sözleşme

KM: Eski köye yeni adet mi getiriyorsun kardeşim?

SÇ: Karşılıklı bir ticaret anlaşması yapıyoruz, bunu sözleşmeyle imza altına almanın nesi yanlış???

ED: Biz de söz ağızdan çıktımı sözleşmedir, çok istiyorsan şu peçetenin üzerine Ulusoy’a 30 oda kontenjan ayrılmıştır yazıp imzalayalım…

SÇ: Vallahi, kusuruma bakmayın ama bu benim anlayış ve prensiplerimin dışında, bu sözleşmeyi imzalamazsanız anlaşamayız.

ED/KM: Öyleyse bizde sizinle çalışamayız.

Bu görüşmeden, 10 gün kadar sonra, birçok başka acente ile sözleşme imzaladığımı duyup (ki o zaman en çok talep gören iki tesis Alantur ve Club Incekum idi) tekrar geldiler ve sözleşmeyi imzalamaya razı oldular.

Devam eden süreçte, talebin ve yatırımların artması profesyonelliğin ve teknolojik imkânların gelişmesini de beraberinde getirdi… Bir süre sonra, otellerin büyük bir bölümü kapsamlı sözleşmeler hazırlamaya başladılar, ancak zamanla yatak arzları talebin üzerine çıkıp Tur Operatörleri sektöre hâkim olmaya başlayınca, bu sefer Acenteler kendi sözleşmelerini oluşturup otellere dayattılar.

ALANYA TOPLUMUNUN TURİZME BAKIŞI VE TİCARET ANLAYIŞI;

80’li yıllarda, Alanya halkı ağırlıklı olarak tarıma ve meyve üretimine dayalı bir ekonomi ile geçimini sağlamaktaydı. Bölgedeki önemli konaklama tesislerinin sahipleri genelde başka şehirlerden gelmiş yatırımcılardı.

Bölgede hâkim olan taassup ve tarikat yapılanması başlangıçta teknolojik gelişime ve Turizme karşı idi. Bazı tarikat mensuplarının televizyonu şeytan icadı kabul ettikleri ve evlerine sokmadıkları söylenirdi. Nitekim Turizmin hareketlenmesi ile birlikte bu gruplar Alanya’da “TURİZM PARA GETİRİR, AHLAK GÖTÜRÜR” pankartları ile yürüyüşler yaptılar. Dönemin Kaymakamına baskı yaparak Alanya içinde şortla gezmeyi yasaklattılar, ancak bu konu basında büyük yankı uyandırınca, Kaymakam “ben mayo ile dolaşmayı yasaklamıştım” diyerek bir düzeltme yapmak zorunda kaldı.

Hatta dönemin Turizm Bakanı Mükerrem Taşçıoğlu, bir demecinde “çıplak turist istemiyoruz” dedikten sonra, basının ve turizmcilerin yoğun tepkisi üzerine eşinin mayolu resimlerini basına vererek “bikini ile denize girmeye karşı değilim ama kadınların plajlarda göğüsleri açık dolaşması bizim örfümüze uygun değil” diyerek ilk görüşünü yumuşatmak zorunda kalmıştı.

Evet, o yıllarda Avrupalı kadınlarda bir üstsüz güneşlenme furyası vardı ve bu şekilde plajda dolaşıp, barda oturabiliyorlar ve başlangıçta o bölgede çalışan personel de onları izlemekten işlerine yoğunlaşamayabiliyorlardı. Ancak, bir süre sonra personel bu durumu kanıksamaya ve artık çok yakınındaki üstsüz bir kadına dahi bakmamaya ve sadece işi ile ilgilenmeye başladı. Nitekim daha sonra, turistlerin Alanya sokaklarında, bellerine bir pareyo bağlayıp, bikini ile dolaşmalarını esnaf ve yöre halkı da kanıksadı.

Diğer taraftan,  başlangıçta Alanya esnafı bakımsız binalarda, genellikle ince uzun ve karanlık dükkânlarda (sanırım sıcaktan da korunmak için) faaliyet göstermekte ve öğlenleri dükkânlarını kapatıp akşamüstü tekrar açmakta idiler Yani İspanyollar gibi “siesta” yapmakta idiler. Dükkân sahibi genellikle uzun ve dar, yanları raflarla dolu bir dükkânın en sonuna yerleştirilmiş bir masanın arkasında oturur, müşteri geldiğinde çoğu kez yerinden kıpırdamadan, talep edilen malzeme mevcutsa, “sağdaki ikinci Rafın en üst sırasında” gibi cevaplarla, ilgili malzemeyi müşterinin bulmasını beklerdi.

Zamanla, turizmin cazibesi ile başka şehirlerden insanlar gelip hem otellerde ve hem de şehirde dükkânlar kiralayıp veya alıp restore ederek daha modern ve gösterişli mağazalar oluşturmaya ve bütün gün ara vermeden çalışmaya başladılar. Onlarla rekabet edemeyen yerli esnaf çareyi kendi dükkânlarını da modernleştirip, “siesta” dan vazgeçmekte buldu.

Ayrıca, Hasan Sipahioğlu gibi başarılı Belediye Başkanları da ortaya çıkan çarpık yapılaşmaların önüne geçmek için çaba gösterdiler ve ilçeye çeki düzen verdiler, sokaklara taşan tezgâhları engellediler ve daha modern ve gezilebilir bir kentleşme sağladılar.

OTEL YATIRIMLARI VE OTELLER;

Başlangıçta belirttiğim gibi, eski tesisler, 4 yıldızlı Alantur hariç (ki o günkü Alantur bu günün koşullarında 3 yıldızı dahi zor alırdı),  üç ve daha düşük yıldızlıydı ve sahipleri veya kiracıları genelde Alanya dışından idi.

Yeni yatırımlar, daha modern ve ağırlıklı olarak 3 ve 4 yıldız standartlarında yapılmaya başlandı, 90’lı yılların ikinci yarısında ise 5 yıldızlı tesis yatırımları başladı.

Özellikle 80’li yıllarda Otellerin karlılık oranları çok yüksekti (GOP oranları tesisine göre % 60-65 seviyelerine kadar çıkabiliyordu). Aslında rehberler dâhil turizmin tüm paydaşları bu dönemde iyi paralar kazandılar, yatırımcılar olağan üstü teşviklerin de katkısı ile 5-6 senede yatırımlarını amorti edebiliyorlardı.

Turizmin sağladığı ekonomik gelişme hem esnafın ve Alanya halkının Turizme bakış açısını değiştirmeye ve hem de Turizm yatırımlarına yönelmesine yol açtı.

Bölgenin önemli aileleri, sahiller işe yaramaz diye kızlarına verdikleri araziler ve onların da üçüncü şahıslara sattıkları topraklar nedeniyle ““damatları ve yabancıları zengin ettik” diye, önce hayıflandılar, sonra ellerinde kalan arazilere kendileri oteller yaptırdılar. Ancak Otelciliğin, başta alkollü içki olmak üzere, kendi muhafazakâr düşünce tarzlarına uymayan yapısı nedeniyle “günahı onların boynuna” diyerek, bu otelleri bölge dışından gelen işletmecilere kiraya vermeye başladılar.

Ancak bir süre sonra, tesislerini kiralayan yabancıların da çok kazançlı çıktıklarını görüp, otelleri kendileri işletmeye ama alkollü içki satmamaya karar verdiler. Ama bu uygulama tesislerine talebi çok düşürünce, bu sefer alkollü içki de verip “günahı içenin boynuna” diyerek kendilerini Turizmin doğal akışına terk etmek, yani düşünce tarzlarını değiştirmek, zorunda kaldılar. Zamanla, Alanya’da televizyona “şeytan icadı” diyen kimse kalmadı ve birçok yerde barlar, diskotekler ve gece kulüpleri açıldı…

DİĞER TOPLUMSAL ETKİLER;

80’li yılların ortalarında Alanya halkının büyük bir bölümü şalvar giyiyordu ve Alanya şalvarı aynı zamanda talep gören turistik bir emtia olmuştu.

Anadolu’nun birçok yöresinde olduğu gibi ve sanırım genel mutaassıp yapının da etkisiyle Alanya halkı başlangıçta kadın-erkek ilişkilerine son derece tutucu yaklaşmaktaydı. Bu tutum gençlerin bazı sıkıntı ve sorunlar yaşamasına neden oluyor ve maalesef yer yer hayvanlarla ilişki kurulduğu ile ilgili haberler çıkabiliyordu.

Bir dönem sonra, özellikle Alanya’da bir otel Nisan ayında Avrupa’dan gelen homoseksüel grupları ağırlamaya başlayınca, bazı gençlerin bu kişilerce parayla kandırıldıkları görüldü.

Daha sonra, Avrupalı kadınların kadın-erkek ilişkilerinde rahat olduğu bilgisi yayılınca, gençlerin bu yönde hareketlendiği ancak lisan ve yön yöntem bilmedikleri için, tecavüz ve öldürmeye kadar varan, hiç istenmeyen olaylara karıştıkları görüldü. Neyse ki, bu yaklaşımın yanlışlığını ve kendilerine zarar verdiğini erken fark edip, kendilerine çeki düzen vermeye ve lisan öğrenmeye başladılar. Tıraş olma alışkanlığı edinip, şalvardan vazgeçerek modern giyinmeye başlayan bu gençler, turist olarak gelen yabancı kadınlarla doğru ve centilmence ilişkiler kurup, daha önce bu hususta yaşadıkları psikolojik baskılardan kurtuldular. Yaşama bakışlarını değiştiren ve geliştiren bu güzel ilişkiler, evrensel değerleri daha iyi özümsemelerine yardımcı oldu. Sonrasında, gelişen teknolojilerin de etkisiyle daha vizyoner ve evrensel genç bir nesil olarak içinde bulundukları topluma katkı yapmaya, önemli roller üstlenmeye ve yön vermeye başladılar.

Artık Alanya’da kolay kolay şalvarlı kimse göremezsiniz, özür dilerim görürsünüz ama onlar Alanya şalvarını hatıra olarak alıp giyen turistlerdir.

Yani aslında bu etkileşim tek taraflı olmamış ve gelen yabancı turistler de bölgenin birçok özelliğinden etkilenmiş, giyimden mutfak kültürümüze kadar Alanya halkı ve gençlerinden farklı ve yeni şeyler öğrenerek dünya görüşlerini ve ülkemizle ilgili bakış açılarını değiştirmiş ve geliştirmişlerdir.

İşte sevgili kardeşlerim, sadece Turizmin sağlayabildiği, farklı kültürlerden insanlar arasındaki bire-bir ilişki; toplumları ve ülkeleri birbirlerine yaklaştıran, bakış açılarını değiştirebilen, müstesna bir özelliktir. Bu yolla, ulusal ve uluslararası dostluğa ve barışa katkı yapmakta, insanların birbirlerini daha iyi anlamalarına yardımcı olmaktadır. Bu da, ne kadar değerli bir sektörde hizmet verdiğimizin en önemli göstergesidir.

Bu konuda söylenebilecek daha çok şey var ancak, amacım sizleri turizmin bu farklı ve önemli yönünü düşünmeye sevk etmek olduğu ve sizlerin de bu yönde düşünmeye başlayınca eksik bıraktığım daha birçok sosyal etkileşimi görüp katkı yapacağınızı bildiğim için, daha fazla uzatmayı gereksiz buluyorum.

Turizmin yadsınamaz ekonomik gücü ve ülkemize katkılarının, aslında sosyal etkileşime de katkı yaptığının bilinciyle, Turizmi sadece rakamlarla değil sosyal etkileri ile de değerlendirmeye başlamamızın zamanı geldi, geçiyor.

V. Salih  ÇENE 

Salih Çene
Latest posts by Salih Çene (see all)