Blues ve Jazz’in mabedi
1.5 yıl aradan sonra ilk seyahatimi 13.5 saate ulaşan uzun bir yolculuk ile San Francisco’ya yaptım. 3 gün burada jet lag’imi attıktan sonrada, geçen yıl Covid nedeniyle gerçekleştirilemeyen 5 günlük Las Vegas IPW toplantıları 16 günlük seyahatimin iş bölümünü oluşturdu.
24 Saat yaşayan Amerikan şehirleri arasında hep ilk sırada New York anılır. Ama Covid’e rağmen New Orleans ABD’deki yaşayan şehirler sıralamasında benim için hep ilk sırada gelir.
Las Vegas’daki IPW 2021 den sonra son kez 2013 de gittiğim New Orleans için programımı Haziran ayında yapmıştım.
Ağustos sonlarına doğru başlayan ve neyseki Eylül ortalarında sona eren tropikal Ida kasırgası, beni endişelendirdi ama New Orleans da neler ile karşılaşacağımı elbette merak da ettirdi.
Yıllardır New Orleans’lı turizmci dostlardan gelen ve haberlerini bizim İngilizce yayınımız FTNNEWS’da yayınladığımız, yenilikleri, yeni açılan mekanları, turistik yerleri …vs yerinde görmek isteği tüm endişelerimi hep unutturdu.
8 yıldır sosyal medyadan takip ettiğim Blues ve Jazz etkinliklerinin ne kadar farklılaştığını, yeni sahneler ve yeni band’leri, 8 saat dilim farkına karşın sabaha karşı 3’lerde uyanip canli dinlediğim ve oturumlarına mesajlarla katıldığım etkinliklerin takvimlerini önceden not etmiştim.
Şimdi onları canlı görecek ve yüz yüze gelip tanışacak ve konuşacaktım.
Las Vegas’dan saat farkı iki saat daha geç olan ve az sayıda havayolunun direk uçttuğu Louis Armstrong New Orleans Uluslararası Havalimanına 3.5 saatlik rahat bir uçuşla vardık. Bagajlarımı aldıktan sonra büyük bekleme salonunda bulunan iki zenci müzisyenin seslendirdiği blues esintileri daha iner inmez kulağımın pasını aldı.
Dostların gönderdiği araçla şehir merkezindeki Renaissance Warehouse Arts otele 30-35 dakikalık bir yolculuk ile vardıktan sonra kısa bir dinlenmeyle kendimizi Canal Street’deki çok da kalabalık olmayan kaldırımlara attık.
Ancak yol yorgunluğu nedeniyle kısa bir yürüyüş ile Creole House adındaki keyifli bir restoran’da deniz mahsüllü Jambalaya Pasta ve Cajun Alfredo ile birçok kişiden duyduğum ABD’nin en zengin ve en ünlü mutfağının tatlarına ilk çatalımızı attık.
Ertesi gün dolu programımızı düşünerek fazla geç olamdan otelimize döndük.
Sabah brunch için New Orleans seyahatlerimde benim için mutlak olan ünlü French Quarter Royal caddesinde bulunan “The Court of Two Sisters “ın bahçesine giitik. Yıllardır aynı mekanda Jazz yapan müzisyenler dinleyerek 4.kez gittiğim bu efsane lokalde yine müthiş menüsü ile brunchımızı keyifle yaptık.
Yemek sonrası French Quarter sokaklarında keşif turlarına başladık. Her sokakta yol üstü 2-3 kişilik Jazz grublarını dinliyor ve önlerindeki kutulara birkaç dolar “tip” atıyorsunuz.
Akşamın jazz grubu ünlü Treme band idi ve canlı izleyecektim. İstanbul’da programlarını önceden öğrenip sabah karşı facebook’dan canlı izlediğim, mesajlar gönderdiğim Treme grubunun bu aksam şehir merkezinin 20mil uzağındaki bir caddede verecekleri konseri öğrenince 30dk lık bir taksi seyahati ile başlama saatinden önce hava kararmadan o caddeye vardık. Erken gitmenin faydaları, karşı kaldırımda bir barın açıkhava masalarında yer bulduk. Grub gelmeden New Orleans jazz severeleri arabaları ile gelip bagajlarından portatif sandalyelerini çıkarıp oturuyor, çoğunluğu da ayakta iyi yer kapma telaşını yaşıyordu.
En keyifli gecemizi 2 saate yakın süren blues ve jazzın muhteşem yorumları ile anılarımızdan silinmeyecek bir şekilde yaşadık. Grubun şefi konumundaki Philip ile konuşup birlikte fotograf da çekme şansı da yakaladık.
Bugün French Quarter sokaklarında çeşitli daha çok hediyelik olmak üzere değişik ürünler satan dükkanlara uğrayarak bu bölgenin sonundaki New Orleans Jazz Museum’a ulaştık.
Burada Müzenin bahçesinde saat 14’te Piyanist Shea Pierre ve kız solistinin 1 saatlik jazz müziğini dinledik. Ve tabii ki Jazz’ın tarihini her türlü görseli, videoları ve dinletileri ile sunan New Orleans Jazz Museum’da Jazz’ın ustalarını, efsanelerini tanıdık.
Ida kasırgası nedeniyle, önceki yıllardaki ziyaretlerimde keyif aldığım birçok mekan henüz kapılarını açmamıştı. Bunlardan Pat O’Brien’s yine Ida mağduru tesislerden biriydi ve burada yaşadığım keyifli saatleri bu kez sadece üzülerek andık.
Otelimize de çok yakın RiverWalk alışveriş merkezinde -dükkanları gezerek limana da bakan açık bölümünde bulunan Cafe Du Monde’de atıştırmalıklar ile akşam yemeğini geçiştirdik.
Sonrasında ise gece alternatiflerimiz canlı jazz dinletilerine ayrılmıştı.
Windsor Court otel’de Robin Barnes , otel Monteleone lobisinden ulaşılan Carousel Lounge’da Lena Prima ve son olarak da The Ritz-Carlton’da Jeremy Davenport gece 12’lere kadar canlı Jazz mekanlarımızı oluşturdu.
3. günümüzde New Orleans’ın klasik tramvayları olan Streetcar’lar ile şehri gezmeye başladık. Müziğini çok sevdiğimiz Louis Armstrong’un heykellerinin de olduğu aynı adı taşıyan parkına gittik. Ama Ida’nın yıktığı ağaçlar nedeniyle park bakım için kapalıydı. Ancak parkın kapısında foto çektirerek usta’ya selam gönderdik.
Sonra alışveriş’e devam etmek için şehrin biraz uzağında olan Lakeside AVM’nin 100’ün üzerindeki mağazalarını dolaştık.
Öğleden sonramızda French Quarter’ın sahil kesiminde bulunan Frenchstreet market adındaki açıkhava tezgahlarında küçük alışverişler yaptık. Tezgahların dibinde sıralanmış yeme içme mekanlarında farklı tatlar sunan büfelere uğramadan geçemedik.
İlk gelişimizde denediğimiz yavru timsah etini bu kez Creole sandviçi ile tekrar tattık. Ona eşlik edek Louisiana’nın ünlü siyah birası Turbodog ile de susuzluğumuzu giderdik.
Otelimize doğru süren yürüyüşümüz sırasında bir yeme içme mekanında yine bir jazz grubunu dinlem-ek için ayni bira ile 1 saate yakın müziğe doyduk.
Ve akşam New Orleans’ın olmazsa olmazına sıra geldi. Şehrin sembolu, Missisipinin ayrılmaz parçası ve jazz müziğinin duygusal mekanı arkadan çarklı buhar gemisi Natchez.
Yemek ve jazz. Önceki gelişimde gündüz yaptığım turu bu kez gece yaptım.Güneş batmadan başlayan jazz yemek sonrası devam ederek dopdolu bir geceyi bitirdi.
New Orleans’da son güne bir zincir yeme içme mekanı olan Canal Street’teki Café Beignet’de keyifli bir kahvaltıyıla başladık. Kahvaltı sonrası birkaç adımda ulaşacağımız çok değişik, çok ilginç, bir fabrika müzesi, zengin ürünleri ile önceki yıl açılmış, yepyeni Sazerac House ile başladık.
1800’lü yılların ortalarında ilaç yapımı ile başlayan fabrika serüveni, sonradan çok sayıda içki yapımı ile günümüzde modern bir içki üretim tesisi, mükemmel bir içki müzesi ve sonunda da çok geniş ürünlerinden satın alabileceğiniz zengin bir alışveriş merkezi olmuş.
Sazerac House binasının 3 katını oda oda gezerek organize edilen rehberli turlara katılma olanağı var. Üretilen Sazerac Rye viskisi, Sazerac de Forge konyağı, Buffalo Trace Kentucky viskisi, Myers’s Romu, Henry Ramos Gin gibi onlarca viskiden konyağa, ginden likörlere kadar ürünlerin en modern teknikler üretilişini test tadımları ile tanıyabiliyorsunuz.
Çok sayıda ülkede şarap, Meksika’da tekila, Küba’da rom, Yunanistan’da Uzo, İskoçya’da viski, Türkiye’de Rakı, bira üretimi ve tadımlarına katılmış biri olarak bu kadar çok içki türünün tek bir mekanda üretildiğine ilk kez tanık oldum. New Orleans gezilerinde mutlaka uğranılması gereken bir yer Sazerac House. (www.sazerachouse.com )
Bu ilginç mekandan sonra, son günümüzü tekrar French Quarter sokaklarını ve eksik kalan hediyeliklerimizi satın almak üzere son kez Frenchmen Street’de bulunan açıkhava tezgahlarını dolaşarak geçirdik.
Akşam bir başka olmazsa olmaz olan çok sayıda Amerikalı’nın ülkenin en iyi mutfağı New Orleans’da dır dedikleri ve Cajun ve Creole yemeklerini en iyi tadılan restoran olarak tek geçtikleri Oceana Grill ( www.oceanagrill.com ) a gittik.
Çeşitleri ile beni şaşkına uğratan menünün her bir bölümünden farklı tabaklardan porsiyonları paylaşarak tıka basa yedik.
Yemek sonrası final gecemizi sevgili dostumuz June’un şoförlüğünde New Orleans by night turu yaparak kapadık.
İstanbul dönüşyolu öncesi hemen otelimizin altındaki köşede bulunan New Orleans Coffee & Beignet Company’de kahvaltımızı yaptık ve Louis Armstrong New Orleans Uluslararası Havalimanı için yola koyulduk. Buarada THY’ni New Orleans’a direk uçuşu olmadığını belirtelim. En yakın havaalanı olan Houston THY destinasyonu. Bu şehre 1.5 saat kadar THY ile aynı Star Alliance üyesi United ile uçarak bagajlarımız doğrudan İstanbul’a kadar yollama şansı yakaladık.
Çok az yolcusu olan THY ile 11.5 saatlik rahat bir yolculuk ile aklımız New Orleans’da kalarak vatana döndük. Benim için New Orleans ABD’de yaşanacak tek şehir, umarım tekrar ziyaret etme şansı bulabilirim. ( New Focus Travel Magazine )